Feyhaman Duran


FEYHAMAN DURAN (17 Eylül 1886-6 Mayıs 1970)​

 



Ressam İbrahim Muslühiddin Feyhaman 17 Eylül 1886 tarihinde İstanbul Kadıköy’de Osmanağa Mahallesinde doğmuştur.


Babası Şair Süleyman Hayri Bey oğluna büyüyünce okuması için 141 beyitlik manzum bir “Pedname”(Öğüt şiir) yazmıştır.

Feyhaman henüz 6 yaşındayken ölen babası sanki oğlundan bu kadar erken ayrılacağını sezercesine, bu pednamede bir babanın öğüt vereceği her konuya değinmiş, kendi hayat görüşünü oğluna aktarmıştır. Pednamesinde oğlundan iyi, ahlaklı, dinine bağlı, çalışkan güvenilir ve bilgili insan olmasını isteyen Şair Süleyman Hayri Bey, oğlunun okudukça kendisini anmasını istediği pednamesi

“Feyhamanım beni dinle imdi

 Zikret Allah'ını Peygamberini

 Hiç unutma Peder ile mâderini”

Ve şu sözle bitiriyordu:

“Hak du alemde bukam ede seni

 Dilerim hayr ile yad eyle beni ”

Feyhaman da gerçekten bu manzumeyi yaşamı boyunca sık sık okumuş, bu ona yol gösterici olmuştur.

Annesi Fatma Hanım da küçük yaşta henüz 24 yaşındayken veremden öldü. Fatma Hanım Oğlunun Galatasaray Sultanisinde okumasını vasiyet etmişti 1895 yılında Dedesi Duran Çavuş’un himayesinde kaydolduğu Galatasaray Sultanisinde öğrenim gördüğü yıllarda, okul müdürü Abdurrahman Şeref Bey’in de desteğini almış, karakalem portreler çizmiş, çini mürekkebi ve yağlıboya resmin yanı sıra “hat” sanatıyla da yakından ilgilenmiştir. 1908’de altıncı sınıfı bitirince çalışma yaşamına atılmış ve bir süre Bab-ı Ali’de katiplik yapmıştır. Aynı yıl kendi okulu olan Galatasaray Sultanisinde Fransızca güzel yazı öğretmenliğine de başlamıştır. Daha sonra dostluk kuracağı ve o dönemde okul müdürü olan Tevfik Fikret, okulun öğretmenleri Şevket Dağ ve Viçen Arslanyan Efendi’nin, yeteneğini fark ettikleri Feyhaman’ı eğitim görmesi için Paris’e gönderme girişimleri sonuç vermez. 1910 yılında, bir rastlantıyla Abbas Halim Paşa, sanatçının yeteneğini fark etti, onunla ilgilendi, aile bireylerinin portrelerini yaptırttı ve sonunda onu aynı yıl Paris'e resim eğitimi için yolladı Feyhaman bu olanağı en iyi şekilde değerlendirdi, Paris'te, resim üzerine bildiklerini, sağlam bir temele oturttu, bu sanat başkentinde müzeleri, galerileri; sokakları, çevreyi dolaştı ; ufkunu genişletti. Paris'te diğer Türk öğrencilerle arkadaş oldu, Fransızlardan da dostlar edindi. Sakin, yumuşak başlı kişiliği, saygılı ve anlayışlı davranışı, herkes tarafından sevilmesini sağlıyordu. Feyhaman Paris'te de O güne kadar alışık olduğu alçak gönüllü yaşantıyı sürdürdü. Halbuki eline diğer öğrencilerin hemen hepsinden fazla para geçiyordu. Abbas Halim Paşa, ona rahat bir yaşam sağlayacak parayı gönderiyordu. Ancak o, bu paranın kendisine yalnızca iyi bir eğitim görmesi için yollandığının; bu parayı eğlencesi için de bol bol harcamasının kendi ahlâk ölçülerine göre doğru olmayacağının bilincindeydi. Bu düşünceyle gereksinimlerini karşıladıktan sonra kalan parayı biriktirdi ve yurda döndüğünde bunu Abbas Halim Paşa’ya geri verdi.

1914’te, II. Dünya Savaşı çıkınca, Feyhaman, Hikmet Onat, Hikmet Onat'ın eşi ve çocuğu ve Paris'te öğrenimde bulunan birkaç Türk öğrenci ile birlikte, büyük güçlüklerle Rusya'ya altın götüren bir gemiye bindi ve tehlikelerle dolu bir yolculuktan sonra İstanbul'a geldi. İstanbul'da sık sık gittiği Abbas Halim Paşa'nın evinde Prof. Dr. Akil Muhtar ile tanıştı.

Bu, uzun yıllar sürecek bir dostluğun başlangıcıydı. Feyhaman'a Galatasaray Sultanisindeki eski işine girmesi önerildi. Fakat Abbas Halim Paşa'ya danıştığın da, Paşa eski işine girmesini istemediğini belirtti. Feyhaman, Abbas Halim Paşa'nın evinde sanat sohbetlerine katılıyor, bu sohbetlerde Hoca Ali Rıza’ da bulunuyordu. Belli bir işi olmadığından, Feyhaman portre yaparak geçinmeye alışıyordu. Talât Paşa’nın portresini yapmış Paşa da karşılığında 80 lira göndermişti. Bu arada hastalanan Feyhaman, Sinyasoğlu Hastanesinde yattı, bu para da hastane masrafına karşılık oldu. Daha sonra askere alınan sanatçı, yine hastalanınca Dr. Akil Muhtar onu Gümüşsuyu Hastanesine yatırdı. Yüksek albüminden şikayetçi olan Feyhaman, burada tedavi edildi. Hastaneden çıktıktan sonra Dr. A. Muhtar'ın girişimiyle sanatçı silâhsıza ayrıldı, Gülhane'de Sargıhane'de görev verildi. Daha sonra da Harp Mecmuasında çalıştı; sanatçıya savaş yaralılarına ait resimler yaptırıldı. Hastalığına rağmen Osmanlı Ressamlar Cemiyetinin açtığı sergilere katılan, batılı anlamda resim geleneğinin yerleşmesi, özellikle portre türünün kendini kabul ettirmesi için çaba gösteren sanatçı, Ressamlar Cemiyetinin dışındaki arkadaş gruplarına pek fazla girmiyor, yalnızlığı tercih ediyordu. Resimden anlayan ve onu teşvik eden insanlarla birlikte olmaktan hoşlanıyor, içkili meclislere katılmayı sevmiyordu. Genç yaşta hastalandığı için, her türlü hastalıktan çok korkar olmuştu. Harbiye'de bir Rum matmazelinin evinde pansiyonda kalıyordu. Hoşlandığı kişilerin arasında bulunduğunda resim konusu ortaya atılınca çok hoş sohbet olan sanatçı, çok çirkin bir insan bulup onun resmini yapmak istediğinden söz ederdi. Zaten, portrelerinde modelinin kusurlarını hiçbir zaman örtmez, hatta yer yer bunları vurgulardı. Üniversitede farmakodinami dersleri veren Prof. Dr.Akil Muhtar, Feyhaman'a O devirde tıp öğrencilerine derste gösterilmek üzere çeşitli tıbbi bitki resimleri yaptırtmıştı.


Dr. Akil Muhtar, yeteneğini takdir ettiği sanatçıya, sonra da yardımcı oldu. Feyhaman, sık sık Akil Muhtar ailesinin Türbe'deki ve Büyükada'daki evinde kalıyor, aile bireylerinin portrelerini yapıyor, bunların karşılığında para almıyordu

Savaş yıllarında birçok kişi gibi, Feyhaman ve arkadaşları da sıkıntı içindeydiler. Bu yıllarda bir çift ayakkabı almakta güçlük çeken Feyhaman ile arkadaşı Çallı'nın birlikte deri ve kösele alıp bir ayakkabıcı ustasından ayakkabı dikmeyi öğrenmek istemeleri, çektikleri sıkıntıya bir örnektir

Feyhaman, arkadaşlarıyla birlikte, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti aracılığıyla Çağdaş Türk Resmi geleneğini kurma çabalarına katılıyordu. Bu arada Feyhaman, Çallı İbrahim ve Binbaşı Sami Bey (Yetik), Vezneciler ‘de Zuhal Kırtasiye Mağazasındaki atölyede resim dersi veriyorlardı. İnas Sanayi Nefise Mektebi'nde öğretmen olan Mihri Müşfik Hanım, Avrupa’ya giderken, yerine Feyhaman Bey'in alınmasını okul müdürlüğüne önermişti. Maarif Nazırı da bunu uygun görünce, Feyhaman, 2 Aralık 1919 dabu okulda usul-ü tersim öğretmenliğine getirildi. O sıralarda okul müdürü Ömer Âdil Beydi.

1921 de Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, yeni bir tüzük hazırlayarak “Türk Ressamlar Cemiyeti” adını aldığında, Feyhaman da kurucu üyeler arasındaydı Aynı yıl Cemiyet, Çembertaş’ta bir Resim Okulu açınca, Feyhaman da burada görev aldı

İnas Mektebi'nde hem desen, hem yağlıboya dersi veren Feyhaman, öğrencilerine çok yumuşak ve nazik davranırdı.

Feyhaman ile öğrencilerinden Güzin Hanım arasında başlayan yakınlaşma, 25 Ağustos 1922 de evlilikle sonuçlandı.

Feyhaman'ın Güzin Hanim ile yerleşeceği bir evi yoktu. Ancak, Abbas Halim Paşa’nın kızlarından biri olan Prenses Tevfika, bu konuda onlara yardımcı oldu Prenses Tevfika eşiyle, Büyük babası Abdül halim paşaya ait olan Baltalimanı’ndaki yalının bağ köşkünde oturuyordu. Feyhaman ile Güzin Hanım’a da bu köşkün müştemilatından bir ev ayrıldı, genç çift iki yıl kadar burada oturdular. Daha sonra Güzin Hanımın dayısı Rauf Yekta Bey’e ait Beylerbeyi-Çengelköy arasında Çakal dağı (Çamlıca)Tepesindeki ahşap eve taşındılar.

Genç çift, her konuda çok iyi anlaşıyorlar, ortak zevkleri paylaşıyorlardı. Güzin Hanım da eşiyle birlikte resim yapıyor, ikisi de düzenli olarak Galatasaray ve sonraları Ankara Sergilerine katılıyorlardı Çakıldağındaki ev bahçe içinde, elektriği olmadığından petrol lâmbası yakılan, rüzgârlara açık, köpeklerin koruduğu, çevresi ıssız, kısaca İstanbul'un içinde bir dağ eviydi. Ancak sanatçı karı- koca, doğayla ve hayvanları çok sevdiklerinden, bunun tadını çıkarıyorlar; suyu ve meyvaları buzdolabı yerine derin kuyuda soğutmak, sürekli uğuldayan rüzgârın sesini müzik gibi dinlemek, Çamlıca Tepesini ve uzaktan bir çanak gibi görünen denizi seyretmek, hemen yakınlarındaki Tomrukağa suyundan içmek, ara sıra karşılıklı tavla oynamak onlara zevk veriyordu. Feyhaman burada ilham geldikçe sigara ve kahve içerek resim yapıyordu.

Kız ve Erkek Sanayi-i Nefise Mektepleri birleştirilince, Feyhaman ,1 Haziran 1927 de Sanayi-i Nefise Mektebi usul-ü tersim öğretmenliğine atandı.

1926 da Türk Ressamlar Cemiyeti, resim, heykel, musiki, edebiyat, tiyatro, mimari şubelerini içine alan Türk Sanayi-i Nefise Birliği'ne dönüştüğünde, Feyhaman da Kurucular arasındaydı. Kuruluş, 1929 da Güzel Sanatlar Birliği adını aldı. Feyhaman bu kurumdaki yönetim kurulu üyeliğini, ölümüne kadar sürdürdü.

Simdi İstanbul Üniversitesine bağışlanmış olan ev, Güzin Hanım'ın ailesinindi, hatta “Hattat Yahya Hilmi Efendi’nin Evi” olarak anılıyordu. Feyhaman ve Güzin Hanim bu eve taşındıklarında, henüz Güzin Hanım'ın anne ve babası sağdı. Daha sonra Feyhaman, bahçeye iki katlı kagir bir atölye yaptırdı.

Bu arada soyadı kanunu çıkınca, Feyhaman, çok sevdiği dedesi Șair Duran Çavuș'un adını, kendine soyadı olarak aldı .

Sanatçının tüm yaşamı, resimden ve çok sevdiği eşi Güzin Hanım'dan ibaretti. Feyhaman Güzel Sanatlar Akademisinde atölye şefi olarak görevini sürdürüyor, işinden arta kalan zamanının hemen tamamını evinde eşiyle ve resim yaparak değerlendiriyordu. Bu arada Güzin Hanım'ın da pek çok resmini yapıyordu. Güzin Hanım da lisede resim öğretmenliği yapıyordu. Çocukları olmadığı için, ikisinin geliri, masraflarına yetiyor, Feyhaman da resimlerini, beğendirip satabilmek kaygısı içinde yapmıyordu. Ayrıca sürdürdükleri yaşam fazla masraf gerektirmiyordu; çiftin en çok zevk aldıkları şeyler, birlikte sohbet etmek, resim yapmak, doğaya yakın olmaktı. Feyhaman çiçeklerin resmini yapmayı çok sever, ancak çiçek koparmaktan hoşlanmaz, -Çiçek koparmasını sevmem. Adam kafası kesmek gibi gelir bana; resmini yaparım, derdi…. Bunu bilen eşi, sanatçının resmini istediği çiçekleri koparır, düzenler, Feyhaman'a resmini yapmak üzere hazırlardı. Bu durum, onları tanıyan hemen herkes tarafından biliniyordu.

Sanatçı için manevî değerler ön planda geliyordu : -Ahlâk paradan daha mühimdir. Terbiyeli adam, paralı adamdan daha zengindir, -Maddi kazanç kolay, manevi kazanç güçtür. -Hakiki bahtiyar adem, ruhunu gıdalandırabilen insandır.

Feyhaman, din inancı güçlü bir insandı. Bu da sevgi dolu kişiliğine bağlanabilir: -Hayat aşktır. -İnsan yaşamak için sevmelidir.-Allah’ını seven her şeyi sever. Sanatçı, fırsat buldukça Cuma namazına Süleymaniye Camiine giderdi.

Feyhaman’ın her özelliği, onun ölçülü, her türlü aşırılıktan uzak kişiliğinin bir parçasını gösterir: -Sevdiklerime karşı sevgimi izhar etmem, zamanı gelince vazifemi yaparım. İsterim ki eşyam az iyi ve temiz olsun. –Asla kıskanç değilim -Güzel şeyi görmek zor olmakla beraber güzel şeyi gören mesuttur.

İnsanlara saygısı onun kişiliğinin önde gelen özelliklerindendi: - İnsan kendini bildiği başkalarını tanıyabilir.- -Çok kimse de konuşmasını bilir de dinlemesini bilmez.

Sanatçı, bu dünyada yararlı bir şeyler yapabilmek, güzel bir iz bırakmak amacıyla çalışıyordu. -Gayesi olan insan çok yaşar., İnsan her yaptığının, her söylediğinin kendinden sonra dahi baki kalacağını hatırından çıkarmamalı ve hareketlerini ona göre ayarlamalıdır.

Şu sözleri ise elindeki ile yetinerek mutlu olduğunun kanıtıdır: -Haline şükretmek en büyük, en mühim felsefedir.

Feyhaman, resmin yanısıra hat sanatına da aynı içtenlikle, aynı çabayla, aynı sevgiyle eğildi. Bu, geleneksel sanatımıza duyduğu ilgi ve yetiştiği ortamdan kaynaklanıyordu

Sanatçı ayrıca sanatın her dalına ilgi duyuyordu. Dostlarından genellikle sanatçılardı. Bunlardan birkaçı, Müzisyen Şerif Muhittin Targan, Ressam Vecihi Bereketoğlu, Șeref Akdik; Mimar Sedat Çetintaș; Şair Ahmet Haşim, Halit Fahri Ozansoy; Niyazi Sayın; Tezhip sanatını canlandıran Prof. Dr.Süheyl Ünver ve öğrencileri; Tarihçi İbnü'l Emin Mahmut Kemal İnal gibi isimlerdi.

Feyhaman ve eşi Güzin Hanım, Beyazıt'taki ev taşındıktan sonra yazlığa Büyükada'ya, daha sonraları da Anadoluhisarı’na gittiler. Sanatçının buralarda doğayla iç içe olabilmesi, onun çok sayıda peyzaj çalışmaları yapmasına yol açtı.

Sanatçı, 1938 yılının yazında Cumhuriyet Halk Partisinin düzenlediği ressamların yurt gezileri programında Gaziantep’e resim yapmaya gönderildi Eşi Güzin Hanımla birlikte Gaziantep'in özelliklerini yansıtan on tablo yaptı.

Feyhaman, Ocak 1939 da Maarif Vekilliği tarafından Çallı ile birlikte Ankara'ya İnönü’nün portresini yapmaya çağırıldı. Ayetullah Sümer de İnönü’nün özel izniyle onlara katılmıştı. Üç sanatçı, iki buçuk ay süreyle İnönü'nün portresi üzerinde çalıştılar. İnönü'nün Çankaya'daki evinde yapılan çalışmada, Cumhurbaşkanı işlerinin yoğunluğuna göre bazen bir saat, bazen de on beş dakika poz veriyordu, Bu süre sonunda ortaya çıkan üç yapıt da Cumhurbaşkanı tarafından takdirle karşılandı.

Feyhaman, yaptığı Atatürk portrelerini ise canlı modelden çalışma olanağı bulamamış, ancak Atatürk'ü gördükten sonraki izlenimleri ve fotoğrafların yardımıyla yetinmek zorunda kalmıştı.

O yıllarda ressamların yapıtlarına alıcı bulmaları kolay olmuyordu. Örneğin Feyhaman'in 1939 Haziranında Güzel Sanatlar Birliği'nin 16. Ankara Resim Sergisi sırasında eşine yazmış olduğu mektuplarda, her ikisinin de hiçbir resminin satılamamış olduğu anlaşılmaktadır.

Feyhaman ve Güzin Duran, 1943-47 yılları arasında Topkapı Sarayı Müzesinde sık sık çalışmalar yaptılar. Savaş sırasında müze koleksiyonunun bir bölümü önlem olarak Niğde'ye taşınmıştı ve müzeye ziyaretçi alınmıyordu. Bu sakin ortamdan yararlanan Feyhaman ve eşi, izin alarak Sarayda çalışma olanağı buldular. Feyhaman Sarayın içi ve dışından çeşitli görüntüleri tuvaline geçirirken, Güzin Hanım da suluboya olarak karagöz figürleri çalışıyordu.

Feyhaman Duran, 1951 yılına kadar Güzel Sanatlar Akademisindeki görevini sürdürdü. Öğrencilerine her zaman yumuşak davrandı, hiç bir zaman kırıcı eleştiriler yapmadı. Öğretirken öğrencisinden de bir şeyler öğrenebileceği düşüncesine dayandı, öğrencilerine değer verdi.

Feyhaman, emekli olduktan sonra da, yaşamını yalnızca resim yapmakla doldurdu. Bu dönemde portreyi bırakarak daha çok peyzaj ve natürmortta, özelikle çiçekli kompozisyonlara yöneldi. Son tablosu da 1968 yılında yaptığı bir çiçek resmi oldu.

Yaşamının son iki yılında iyi görememesi nedeniyle resim yapamadı. 6 Mayıs 1970 de yaşama veda etti, 8 Mayıs 1970’ de cenazesi Edirnekapı Şehitliğine defnedildi.

Feyhaman Duran, Mekteb-i Sultânî’deki (Galatasaray Lisesi) öğrenimi sırasında ilk resim derslerini Viçen Arslanyan ve Şevket Dağ’dan aldı. Resim derslerinin yanı sıra hüsnühat eğitimi de aldı. 1908’de çalışma hayatına atıldı, önce Bâb-ı Âli’de kâtiplik, mezuniyetinden sonra ise Mekteb-i Sultânî’de Fransızca güzel yazı öğretmenliği yaptı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin faaliyetlerine 1909’daki kuruluşundan itibaren katıldı. Hıdiv Abbas Halim Paşa’nın desteğiyle 1911’de Paris’e gönderildiğinde

 

Güzel Sanatlar Akademisi’’nde Paul Richet’den ilk resim derslerini alır. Bir yandan da Akademi Julien’de dini, tarihi ve portre ağırlıklı konuları işleyen Jean Paul Laurens ve oğlu Paul Albert Laurens’le çalışmalarını devam ettirir. 1913-1914 ‘te Paris Ulusal Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda Fernand Cormon’un Atölyesi’nde ve Arts Decoratif’te eğitim alır. Fernand Cormon’un Atölyesi’nde aldığı akademik eğitimden büyük ölçüde etkilenmiştir. Ancak Feyhaman’ın sanat anlayışı ve portreye olan ilgisinin ağırlık kazanmasında, bir portre ustası olan hocası Jean Paul Laurens’in etkisi de göz ardı edilemez. Paris’te müzeleri, galerileri dolaşarak ve ustaların kopyalarını çalışarak ufkunu genişleten sanatçı, Paris deneyimlerini kendi süzgecinden geçirmiş, akademik sınırlara bağlı kalmaktan da kurtulmuştur. 1914’e kadar Parispresyonizmin yanında ekspresyonizm, fovizm ve diğer sanat dallarını da inceleyen sanatçı çalışmalarında empresyonizm akımından yola çıkarak gerçekçi, anlatımcı bir üslubu benimsemiştir.

 

1914 İzlenimcileri kuşağının bir sanatçısı olarak kabul edilen Feyhaman’ın uzun yıllr süren yarı akademik, yarı izlenimci sanat yaşamında, portre, natürmort, manzara, kaligrafik ve tarihsel konuları içeren çalışmalar ağırlıklı olmuştur. Sıcak renklere tutkuyla bağlı olan ve yapıtlarında yansıtan sanatçının “Renk bence şeker gibi tatlı bir şey, gözden gelen şeker!” sözleri bu anlayışını yansıtmaktadır. Feyhaman Duran özellikle modelinin fizik yapısını başarıyla yansıtan, güçlü renk anlayışı içeren portreleriyle tanınır. Dostlarını da genellikle sanat camiasından seçmiştir. Şair Ahmet Haşim, Şeref Akdik, Vecih Bereketoğlu, Prof. Dr. Süheyl Ünver, müzisyen Şerif Muhittin Targan, Tarihçi İbnü’l Emin Mahmut Kemal İnal bu isimlerden bazılarıdır. Sanatçı portre türü resmin, ticari bir tür sayılmasına karşı çıkmış, modelin, duygusu ve yapısıyla birlikte kavranıp yansıtılması gerektiğine işaret etmiştir. O’na göre portrede “kalıp” ve “mana” nın bir arada olmasıyla, akademik çizginin ötesinde, diğer resim türlerinin üzerinde bir durum oluşmaktadır. Bu durumu “portrede bir kalıp var, bir de manası; bunlardan yalnız biri kafi gelmez. Onun için portre güçtür” sözleriyle ifade eder. Feyhaman Duran Cumhuriyet sürecindeki önemli şahsiyetleri portrelerinde ele almıştır.

Bu bağlamda pek çok Atatürk portresi de yapmıştır. Bunlar teknik olarak oldukça olgun, dengeli ve başarılı eserler olarak karşımıza çıkar. Kıyafet ve aksesuarları portrenin konusunu bastırmadan ve orantılı şekilde kullanarak, desen sağlamlığı, ışık-gölge uyumu, tonlama-valör doğruluğu ve güçlü renk anlayışını öne çıkarmıştır. Portrelerinde oluşturduğu bu dengeli tutum, genel ifadenin ayrıntılara boğulmasını engellemiş, dış görünüşün yanında iç dünyasını da başarıyla dışa yansıtmıştır. O’nun portredeki başarısı ve önemini Nurullah Berk; ““Feyhaman Hoca 1918’lerde, kişiliğini Türk resim dünyasına duyurduktan sonradır ki, portrenin ne demek olduğu anlaşıldı. Bir kuşak önceki ressamlar ne portreye, ne de insan resmine yanaşmak cesaretini göstermişlerdi, Feyhaman Hoca’nın başlıca kaygısı insanların portrelerini yapmak, onları tuvallerde yaşatmak olmuştu” sözleriyle anlatır. Yapıtlarında, yer yer daha gerçekçi, geleneksel ya da anlatımcı üslubun da bulunduğu görülen sanatçı, sonuçta empresyonist anlayışı kendisine temel almış ancak bu akımı yaşamı boyunca kendine özgü kişiliği ve yeteneğiyle birleştirerek, eserler vermiş, en önemlisi de Çağdaş Türk Resmi’nde portrecilik söz konusu olduğunda, bu türün en büyük ustası olarak kabul edilmiştir.

Prof.Dr. Süheyl ÜNVER

 

 

HATTAT FEYHAMAN


Feyhaman gerek yetiştiği ortam gerekse duyduğu alaka neticesinde, hat sanatıyla küçük yaşlardan itibaren ilgilenmeye başlamıştır. Babası ve amcası hattat olan sanatçının eşi Güzin Hanımın ailesinde de Yahya Hilmi Efendi gibi önemli bir hattatın bulunması, Feyhaman'ın önceliği resme vermesine karşın ömrü boyunca hat sanatına da eğilmesine yol açmış ve bu sanata sevgisini eserleriyle göstermiştir. Galatasaray Sultanisinde İzzet Efendi'den rık’a dersleri almış olan sanatçı daha sonra Mahmud Bey Matbaası hattat Tahsin Efendi ve Hattat Sami Efendi ile çalışmıştır. Sanatçı Paris’ten döndükten sonra da hatla uğraşmış ve özellikle celî sülüs levha kompozisyonlarıyla uğraşmıştır. Feyhaman'ın büyük kayınpederi olan Hattat Yahya Hilmi Efendi nesih hattında en önemli üstadlardan olmasına karşın Feyhaman daha çok celi sülüs ve ta'lik hattı tercih etmiştir. Ama divanî, celî divanî, muhakkak, nesih ve kûfi yazıları da vardır. Sanatçının hat sanatına bakışını ifade eden şu sözleri ilginçtir. “Nasıl ki şiirin bir kafiyesi varsa çizgide bir şiir vardır”; “Yazıyı resim kadar severim Yazıda resimdir”.
Yazı sanatına beslediği ilgi, hattat olarak yeni araştırmalara girmeden, ünlü hattatların teknik ve yazı usullerini dikatlice örnek alarak başarılı hat yapıtları oluşturmasına vesile olmuş ve bir yandan da 1914’den beri uyguladığı portre türüne devam etmiştir. Levha ve kompozisyonlarındaki düzenlemelerinde sanatçı, hat ile uğraşırken harf değerlerini arka planda tutarak önceliği biçime vermiş, “bir ressam gözüyle” bakmıştır. Eserlerinde bu anlamda, hattatlık kural ve geleneklerinin dışına taşan bir zorlama da söz konusudur. Sanatçının Feyhaman Duran Koleksiyonu Hatları içerisinde bulunan eserlerine baktığımızda, en eskisi 1357 (H) ve en yenisi de 1385 (H) tarihli olan 80 den fazla imzalı hat levhası olduğu görülmektedir. Malzeme olarak kağıt, karton, metal ya da alçı kullanmıştır. Levhalarında genellikle âyet ve hadis, dua cümlesi, kelam-ı kibar, besmele, tuğra, manzume, tekke levhası, kelime-i tevhid, ism-i celal, ism-i nebi, tevfiznâme, mâşallah, esmâü’l-hüsnâ gibi konularla ilgili hat istifleri yapmıştır. Satır nizamında yazıları olduğu gibi, mâilen ya da müdevver kompozisyonlar da kurmuş; müsennâ, çifte müsennâ istifleri denemiştir. Eserlerinde kendine özgü bir tarzda geliştirmiştir.
Kendine özgü bir estetik barındıran çalışmalarından bir tanesi, Şerif Muhittin Targan’ın udunu çizerek içine adını istiflediği eseridir.

 
Şerif Muhittin TARGAN

 

 

8 Ekim 1898 tarihinde İstanbul'da, Baba tarafından dedesi Hattat Hacı Yahya Hilmi Efendi'nin Süleymaniye'deki evinde doğdu. Anne tarafından dedesi  Girit Fatihi okçu  Deli Hüseyin Paşa ahvanındandır. Babası, Divan-ı Temyiz-i Asker baş müşavirlerinden Naim Bey( Dalkılıç);  4. Rütbeden Osmanlı Nişanı sahibiydi. Annesi, Esirgeme Derneği kurucularından Naciye Hanım'dır. Hat, süsleme ve musiki sanatları ile uğraşan bir aile çevresinde büyüdü. Küçük yaşlarda müzik, süsleme ve resim dersleri aldı.

  

I. Dünya Savaşı yıllarında önemli sanatçıları yetiştiren İnas Sanâyi-i Nefîse Mektebine girdi. Mihri Müşfik Hanım'ın öğrencisi oldu. Daha sonra ressam Ömer Adil'den ders aldı. Ayrıca şair Ahmet Haşim'den estetik, Feyhaman'dan pastel dersleri aldı. 1922'de Maarif Vekaleti'nin açtığı Avrupa yarışmasını kazanarak öğrenim için yurt dışında gönderilmeyi hak ettiyse de o sırada okulda öğretmeni olan İbrahim Feyhaman ile nişanlı olduğu için gitmedi.

İbrahim Feyhaman ile 25 Eylül 1922 tarihinde evlendi. Eşiyle birlikte düzenli olarak Galatasaray ve daha sonra Ankara sergilerine katıldı. 1929 yılında beraber çıktıkları bir aylık Avrupa seyahati sanat anlayışlarına katkı sağladı. İzlenimci anlayışın etkisinde kaldı, eşinin de etkisiyle sanat hayatında olgunluğa ulaştı. 1937 yılında kişisel sergisini Güzel Sanatlar Akademisinde sergiledi. 1939'da Güzel Sanatlar Birliği’nin 16. Ankara Resim Sergisi’ne katıldı. Ressamlığının yanı sıra 37 yıl resim öğretmenliği yaptı. Beşiktaş Kız Okulu, Atatürk Kız Lisesi, Cağaloğlu Kız Orta Okulu ve İnönü Kız Lisesinde çalıştı. Atatürk Kız Lisesinde resim öğretmenliğinden emekli oldu.

Eserlerinde hat sanatı ve İstanbul kültlerinin koruyucusu oldu. Eşiyle beraber Çamlıca'nın arka kısımlarında kalan Çakal Dağı eteklerindeki bir köşkte yaşamını ve sanatını sürdürdü. 1938'de Cumhuriyet Halk Partisi tarafından bir ay süreyle Gaziantep'e gönderilen Feyhaman Duran ile Gaziantep'e gidip resim çalışmaya devam etti.

1943-1947 arasında eşi ile birlikte Topkapı Sarayı'nda çalışma imkânı buldu. Bu dönemde II. Dünya Savaşı nedeniyle müze koleksiyonunun bir bölümü Niğde'ye taşındı ve saray ziyarete kapatıldı. Feyhaman Duran ile birlikte sarayda çalışmak için izin alan sanatçı; İşleme Koleksiyonu'nda yer alan Karagöz ve Hacivat tasvirlerinden başka Baba Himmet, Tiryaki, Beberuhi, Laz, Çelebi, Zenne, Tuzsuz Deli Bekir, Tahir, Zühre, Rum doktor tipi, Arnavut Bekçi, Saraylı Çelebi, Yahudi, Frenk gibi tipleri sulu boya tekniği ile çalıştı. Oluşturduğu 281 parçalı bir resim dizisinin yanı sıra bu figürlerden ilham aldığı deri işleri üretti.

Sanatçı, genelde manzara ve natürmortlara ağırlık verdi; portre ve nü çalışmaları da yaptı. Otoportrelerinde eşi Feyhaman Duran’la birlikte atölye çalışmalarından kesitler sunarak bir anlamda bu anıları belgeledi.

Güzin Duran bazı natürmortlarında klasik üslupta denemeler yaptı; 1943-1947 yıllarında Topkapı Sarayı’nda çalışırken Osmanlı’nın Batılılaşma döneminden izler taşıyan III. Ahmet Yemiş Odası'ndaki vazodan çıkan çiçek kompozisyonlarını, aslına uygun olarak betimledi. Genel anlamda İstanbul, özellikle de Boğaziçi manzaraları eserlerinin temasını oluşturmaktadır. Eserlerinden Karagöz çalışmaları ve eski yazı sanatından kopyalar ile gelenekçi değerleri yansıttı. Ayrıca hat sanatı ve süslemeler üzerine çalışarak bir porselen koleksiyonu yarattı. Topkapı Müzesi Resim Koleksiyonu'nda iki yüzü aşkın sulu boya resmi bulunmaktadır.

1981 yılında İstanbul’da vefat etti.